Türkiye Psikiyatri Derneği: "Tüm dünyaya, barış olmaz ise ruh sağlığı olmaz diye çağrıda bulunduk"
Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) tarafından bu yıl 'Barışın ve Bilimin Işığında Ruh Sağlığını ve Yaşam Hakkını Savunmak' temasıyla 60'ıncısı düzenlenen psikiyatri kongresi devam ediyor. TPD Genel Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım: 'Savaşlar tüm coğrafyalarda sıradanlaşmış, katliamlar uluslararası kamuoyunda konuşulmaz olmuş, Filistin'de ölen binlerce bebek bile barışı savunmak zorunda olan uluslararası kuruluşları ve başta Batı devlet yönetimleri olmak üzere dünyayı harekete geçirememiştir"
TPD tarafından Antalya’da 30 Ekim–3 Kasım 2024 tarihleri arasında 60’ıncısı düzenlenen “Barışın ve Bilimin Işığında Ruh Sağlığını ve Yaşam Hakkını Savunmak” temalı psikiyatri kongresi devam ediyor. Kongrede konuşan TPD Genel Başkanı Yıldırım, Türkiye’de ve dünyada artan şiddet ortamına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
“Meslek ortamında şiddet artık haber değeri bile taşımamaktadır”
“Bizler barışı ve bilimin gerekliliğini, onların varlığı ile yaşam hakkının ve ruhsal sağlığın mümkün olacağını yüksek sesle haykırmak, bu gerçekliği bilimsel toplantılarda tartışmak ve görünür kılmak istedik. Çünkü barışa ve bilime en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdeyiz. Neden böyle bir kongre yaptık ve neden acil çağrı istiyoruz? Savaşlar tüm coğrafyalarda sıradanlaşmış, katliamlar uluslararası kamuoyunda konuşulmaz olmuş, Filistin’de ölen binlerce bebek bile barışı savunmak zorunda olan uluslararası kuruluşları ve başta Batı devlet yönetimleri olmak üzere dünyayı harekete geçirememiştir. Bu amaçla tüm dünyaya barış için, barış olmaz ise ruh sağlığı olmaz diye çağrıda bulunduk. Bilimin ışığının net bir şekilde söylediği birçok tıbbi gereklilik yok sayılmış, bir mahkeme kararında bilim dışı insanların çağ dışı görüşleri referans gösterilerek içeriği bile hatalar ile dolu bir gerekçe ile bebeklerin yaşamlarını kurtaracak topuk kanı almak mahkûm edilmiştir. Bilimsel tedaviler değersizleştirilmekte, ailelerinin bir tür şiddet eylemi ile aşı olmayan binlerce çocuk bulunmaktadır. Bu durum yüksek sesle konuşmayı zorunlu kılmaktadır. Dolaylı ya da doğrudan giderek artan ve sıradan hale gelen şiddet olayları gündelik yaşamı ve güvenlik algısını tehdit edecek boyutlardadır artık. Bir çocuğun en güvende olması gereken ailesinin yanında öldürülmesi, çocukların ve kadınların güvende olmamaları ve geleceklerinin göz göre göre yok olması, başta kurumlar olmak üzere hepimizin faili ve sorumlusu olduğu bir suçtur. Meslek ortamında şiddet artık haber değeri bile taşımamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dokunulmaz olan kürsüsünde ise yani ülkenin ahlaken en korunaklı olması gereken mekanında ise kan akmıştır.
“İş kazaları, cinayetleri ve intiharlar ile ilgili yapılacak çok şey vardır”
Sokakta yaşayan hayvanlara yönelik şiddet içerikli söylemlerin artması, bu hayvanların yaşam hakkını elinden alacak şekilde bir yasal düzenleme talebi ve mevzuat oluşturulmasının risklerinden bahsettik ve 1 Haziran 2024 tarihli açıklamamızda toplumsal yaşamda şiddeti olağanlaştıran her bir adımın bir diğer ortamda şiddetin kök salmasına yol açacağını, şiddeti yaygınlaştıracak bir uygulamanın konuşuluyor olmasının ülkemiz açısından riskleri olduğunu, şiddet eyleminin sabit bir nesnesi olmadığını bir ülkede artan şiddet olaylarından şiddeti uygulayanlar dahil olmak üzere tüm toplumun etkileyeceğini belirtmiş, bunun öngörülemez bir şiddet sarmalına yol açacağı uyarısı yapmıştık. Sekiz yaşında bir çocuk gülüp oynayacağı, gelecek hayalleri kuracağı yaşta katiller elinde can verdi. Vicdanları yaralayan bu cinayet maalesef ilk değil. Hunharca öldürülen kadınların yaşam hakkı için yapılacaklar vardır. Ama bu durum failleri gizleyip hastalar suç işler gibi ayrımcı ve yıkıcı bir söyleme dönüşmektedir ki bu kabul edilemez.
“Kamu otoritesi daha insancıl koşullarda sağlık hizmeti vermemizi sağlamakla yükümlülerdir”
Önlenebilir ölümler, iş kazaları ve cinayetleri, intiharlar ile ilgili yapılacak çok şey vardır. Bu konuları ele alan politikaların ve düzenlemelerin acilen gözden geçirilmesi gereklidir. Bütün işçiler ruhsal ve bedensel açıdan sağlıklı koşullarda çalışma hakkına sahiptir, işçilerin ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı koşullarda çalışabilmesi için gereken ortamın sağlanmasını yetkili kuruluşlardan talep ediyoruz. Cinsiyet ve cinsel kimlik temelli ayrımcılığı ve kadınlara uygulanan erkek şiddetine ilişkin her türlü kültürel, yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapılmasını talep ediyoruz. Dünya ruh sağlığı gününde de dediğimiz gibi savaşlar yanında yerinden edilme, ayrımcılık, ekonomik zorluklar, çocuk işçiliği sorunu, güvencesiz iş yerleri, eğitimden, sağlıktan, güvenli gelecekten ve temel insan haklarından mahrum kalma gibi insanca yaşamaya ve ruhsal açıdan sağlıklı olmaya engel sorunlarla karşı karşıyayız. Biliyoruz ki ruh sağlığı savunusu sadece ruhsal zorluk ya da hastalığı olan bireylerin tedavi ve tam sağlık hakkını değil, aynı zamanda toplumların ve bireylerin ruhsal iyilik halinin korunmasını da içerir ve kamu otoritesi ve sorumlular, işleyişin her basamağında bizlerin daha güvenli ve daha insancıl koşullarda sağlık hizmeti vermemizi sağlamakla yükümlülerdir.”