İSO Başkanı Bahçıvan: "Büyük merkez bankalarının da faiz indirimlerine başladığı bir evredeyiz"

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi'nin ekim ayı olağan toplantısı, 'Sanayicilerimizin; Üretim, Rekabet Gücümüzün Artması ve Sanayinin Dönüşümü için Düşünce, Öneri, Projeleri' ana gündemiyle Odakule Fazıl Zobu Meclis Salonu'nda gerçekleştirildi.

İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan’ın açılış konuşmasını yaptığı toplantıya Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır konuk olarak katıldı.

"Güçlü üretim altyapımızı kuvvetlendirecek adımları atıyoruz"

Fatih Kacır, “Dünyada uygulanan en etkin AR-GE teşvik sistemiyle ülkemizde adeta sıfırdan bir Ar-Ge ve inovasyon ekosistemi inşa ederek yüksek teknoloji ve katma değer üreten öncü Türkiye’nin temellerini attık. Önümüzdeki dönemde üç büyük önceliğimiz bulunuyor: Katma değerli üretim, yeşil ve dijital dönüşüm. Türk sanayinin bu 3 ana sac ayağı üzerinde yükselmesi, rekabetçiliğinin artması adına; yüksek teknolojili ve katma değerli üretimi sürdürülebilir ve sürekli kılarak, yeşil ve dijital dönüşümü gerçekleştirmek ajandamızın en üst sıralarında yer alıyor” açıklamalarını yaptı.

Kacır, “Sayıları 104'ü bulan teknoparklarımızda bugün 11 bine yakın firmamız teknoloji geliştirme çalışmaları yürütüyor. Özel sektörümüz bünyesinde yer alan ve sayıları bin 600’den fazla Ar-Ge ve tasarım merkezinde çalışan mühendis ve teknisyenlerimiz yüksek katma değerli üretimin önünü açan çalışmalar yürütüyor. Devletler tarihi açısından kısa bir sürede, 22 yılda teknoloji geliştirme ve üretmede önemli kazanımlar elde ettik. Şimdi tüm bu kazanımlardan ve başarılardan aldığımız güvenle, güçlü üretim altyapımızı daha da kuvvetlendirecek adımları atıyoruz. Önümüzdeki dönemde üç büyük önceliğimiz bulunuyor; katma değerli üretim, yeşil ve dijital dönüşüm. Türk sanayinin bu 3 ana sac ayağı üzerinde yükselmesi, rekabetçiliğinin artması adına; yüksek teknolojili ve katma değerli üretimi sürdürülebilir ve sürekli kılarak, yeşil ve dijital dönüşümü gerçekleştirmek ajandamızın en üst sıralarında yer alıyor” dedi.

İSO Başkanı Bahçıvan da konuşmasında sanayicilerin bugün hem küresel koşullardan hem de ülkedeki sorunlardan kaynaklanan eş zamanlı bir stres yaşadığını ve bu stresin artık birkaç sektörle de sınırlı olmadığına dikkat çekerek şunları söyledi:

"2024’ü, yine zorlu bir yılı, artık yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Bugünden geriye dönüp baktığımızda şunu söylemek sanırım mümkün: Dünya ekonomisi, pandemi, Avrupa’nın yanı başında patlayan bir savaş, tedarik, gıda ve enerji krizleri ile bunları takip eden tarihsel bir parasal sıkılaşma döneminden durgunluğa sürüklenmeden çıkabilmiş durumda gözüküyor. Bu, elbette önemli bir gelişme. Küresel büyüme, yaşadığımız bu çalkantılı dönemden, hatta yaygın ifadeyle ‘çoklu krizler dönemi’nden resesyona girmeden çıkmayı başardı.

"Büyük merkez bankalarının da faiz indirimlerine başladığı bir evredeyiz"

Şu anda, büyümenin devam ettiği, enflasyonun kimi katılıklara rağmen kademeli şekilde Merkez Bankası hedeflerine yaklaştığı, böylece büyük merkez bankalarının da faiz indirimlerine başladığı bir evredeyiz. Ancak, bu her şeyin yolunda gittiği anlamına gelmiyor. Birincisi ve en önemlisi, küresel büyüme, tarihsel ortalamaların altında seyrediyor. Son yıllarda küresel gelir dağılımındaki ürkütücü bozulmanın ve bundan kaynaklı global sosyolojik sorunları da dikkate aldığımızda bu husus kritik bir öneme sahip. Başta Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları olmak üzere değişik ülkelerdeki seçimlerde aşırı sağın giderek güç kazanması dünya toplumlarındaki geleceğe dair endişeleri artırıyor.  İkinci bir önemli nokta, ABD’de ekonomik görünüme bağlı olarak faiz indirimlerinin ne şekilde süreceği hala önemli bir soru işareti. FED, enflasyonu yeniden yükseltmeden, büyüme ve istihdamı korumak gibi zorlu bir görevle karşı karşıya. Buna ülkede önümüzdeki ay, 5 Kasım’da yapılacak seçim sonuçlarının dünyaya olası etkilerini de eklemek gerekiyor. Her iki adayın çok farklı dünya görüşlerine sahip olmaları dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu durum seçim sonucuna yönelik ilgiyi de her geçen gün artırıyor. ABD seçimi herhalde dünyanın virajının nereye doğru gideceği noktasındaki en önemli yol işareti olacak. Umuyoruz ki dünya barışına, dünya huzuruna katkı sağlayacak bir seçim olur. Üçüncüsü, Çin’de bir türlü istenilen tempoya ulaşamayan toparlanma, küresel ekonomi için bir başka önemli sorun başlığı.

"Açıklanan teşvikler, dünya büyümesinin neredeyse dörtte birini tek başına sağlayan bu ülkede büyümeyi yüzde 5 hedefine taşıyabilecek mi, sorusu hayati önemde"

Küresel büyümedeki zayıf seyri biraz daha ayrıntılı açıklayarak sözlerime devam etmek istiyorum. Zira bu, çok büyük oranda bir imalat sanayi zayıflaması. PMI göstergeleri, 2024 yılının son çeyreğine girerken, imalat sektörlerinin çoğunlukla zayıfladığı, hizmetlerin ise daha dirençli seyrettiği tablonun daha da belirginleştiğini gösteriyor. Nitekim Küresel İmalat PMI Eylül 2022-Eylül 2024 arasını kapsayan 25 ayın 19’unda daralma bölgesinde kaldı.

"Eylül itibarıyla son bir yılın en düşük düzeylerindeyiz"

Eylül itibarıyla son bir yılın en düşük düzeylerindeyiz. Üretim, yeni siparişler, istihdam ve girdi alımları gibi en kritik kalemlerde bozulma sürüyor ve geleceğe dönük iyimserlik yaklaşık iki yılın dip seviyelerinde. Yüksek finansman maliyetleri, savaşlar ve yıkıcı teknolojik-ticari rekabet yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada üretimi ve üreticileri zorluyor. Ülkeler bazında bakıldığında, daralmanın oldukça yaygın olduğunu görüyoruz. Öte yandan küresel ekonomi içerisinde Avrupa, Avrupa içinde ise Almanya yavaşlamada başı çekiyor. Bunun ülkemiz, ihracat performansımız için anlamı, herkesin malumu. Artan finansman maliyetleri, savaşla beraber kalıcı şekilde yükselen enerji maliyetleri, dünyadaki düşük talebin ihracatı zayıflatması. Yavaşlamaya neden olarak daha birçok konjonktürel faktör sayılabilir. 

"Sanayi sektörümüz giderek belirginleşen bir yavaşlama döngüsü içerisinde"

 Buradan bir sonuca varıp küresel gelişmelere ilişkin sözlerimi noktalayacak olursam; birincisi, en büyük ihracat pazarımızdaki gerilemenin ne oranda yapısal karakter taşıdığını yakından takip etmeliyiz. İkincisi, geç kalanı affetmeyen bir teknolojik dönüşüm ve sert bir rekabet ortamı ile karşı karşıya olduğumuzu akılda tutmalıyız. Bu tespitlerden hareketle Türkiye’ye baktığımızda, gördüğümüz tablo şudur: Bir yandan dünya ekonomisindeki yavaş büyüme, diğer yandan yurt içinde sıkı para politikalarının artan etkileriyle, sanayi sektörümüz giderek belirginleşen bir yavaşlama döngüsü içerisinde. Açıklanan ekonomik veriler bu durumu net bir şekilde ortaya koyuyor: Ağustos ayında, sanayi üretimi aylık bazda yüzde 1,6, geçen yılın aynı ayına göre ise yüzde 5,3 gibi ciddi düşüşler kaydetti. İmalat sanayi altında faaliyet gösteren 24 alt sektörün üçte ikisinde, üretim hem aylık hem de yıllık bazda gerilemiş durumda. Üstelik bu durum, otomotiv, beyaz eşya, makine, tekstil, giyim gibi ihracat ağırlıklı sektörlerde de söz konusu. Bu gelişmeler, biraz önce de belirttiğim gibi, AB pazarındaki sıkıntıların sanayimizi kayda değer bir şekilde etkilediğini teyit ediyor.

"İSO Türkiye İmalat PMI, eylülde 44,3’e gerileyerek, -pandeminin ilk şok dalgasını hariç tutarsak- neredeyse 6 yılın en düşük seviyesinde yer aldı"

Sanayimizin yakın geleceğine dair ipucu veren öncü göstergeler, bu tablonun son çeyrekte iyileşme ihtimalinin de zayıf olduğunu gösteriyor. Her ay açıkladığımız İSO Türkiye İmalat PMI, eylülde 44,3’e gerileyerek, -pandeminin ilk şok dalgasını hariç tutarsak- neredeyse 6 yılın en düşük seviyesinde yer aldı. PMI’ın ileriye dönük beklentileri resmeden 'yeni siparişler' ve 'istihdam' gibi alt göstergeleri de ne yazık ki talep ve üretim yönünden pek bir iyimserlik sağlamıyor. İSO Sektörel PMI verilerine baktığımızda da incelenen 10 sektör grubunun tümünde manşet PMI endeksinin 50 eşiğinin altında kaldığını görüyoruz. Burada özellikle altını çizmek istediğim çarpıcı bir veri, tüm sektörlerin ciddi bir talep baskısı altında kalarak, üçüncü çeyrek boyunca yeni siparişlerinde düşüş görmesi. İhracatın içerideki kayıpları telafi edecek boyutta olmadığını ispatlayan bir diğer veri de İSO Türkiye İhracat İklimi Endeksi’nin Eylül’de 50,5 ile son 9 ayın en düşük seviyesine gerilemesi. Bu endeksin kapsamında yer alan ilk 10 ihracat pazarımızdan 6’sının Eylül ayını faaliyet koşullarında bozulma ile geçirmiş olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Bu örnekleri başka göstergelerle de çoğaltabiliriz.

"Sanayi sektörünün finansman koşullarına duyarlılığı, dünyanın her yerinde diğer sektörlere göre yüksektir"

Ancak sadece saydığım veriler bile, sanayicilerimizin hem küresel koşullardan hem de ülkemizdeki sorunlardan kaynaklanan eş zamanlı bir stres yaşadığını ve bu stresin artık birkaç sektörle de sınırlı olmadığını ortaya koyuyor. Bildiğimiz gibi, sanayi sektörünün finansman koşullarına duyarlılığı, dünyanın her yerinde diğer sektörlere göre yüksektir. Bu durum, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için daha da geçerli. Nitekim yüksek kredi faizlerinin ve kredi büyümesi üzerinde kısıtlamaların sürdüğü ülkemizde sanayi, ekonominin geneline kıyasla çok daha belirgin bir yavaşlama içerisinde. Hiç kuşkusuz, enflasyonu kalıcı olarak düşürme hedefiyle geçtiğimiz yıl ortalarından itibaren hayata geçirilen, parasal sıkılaşmaya ve mali disipline dayalı rasyonel ekonomi politikası çerçevesinin büyüme üzerinde bir bedeli olacağını hepimiz öngörüyorduk. Ne var ki, gelinen noktada bu bedel, maalesef tüketimden çok üretim hayatımızda ve ülkemizin yatırım ikliminde ortaya çıkmış durumdadır. 

“Ne yapalım, kendi yağınızda kavrulun, kendi başınızın çaresine bakın” diyebilecek bir lüksümüz yoktur"

Bu nedenle özellikle rekabet gücünü her geçen gün biraz daha kaybeden bazı sektörlerimize gerekirse pozitif ayrımcılık yapılmasında yarar görüyoruz. Bu sektörlerimizin hiçbirine, 'Ne yapalım, kendi yağınızda kavrulun, kendi başınızın çaresine bakın' diyebilecek bir lüksümüz yoktur. Bunların her biri yılların tecrübesi, birikimi, emeği, sermayesiyle birlikte bu noktaya gelmiş, dahası emek yoğun ve dolayısıyla istihdama ciddi katkıları olan sektörlerdir. Mevcut dönemde programın başarıya ulaşması en büyük dileğimiz. Ancak yaşanan süreçte en büyük fedakarlığı da sanayinin yaptığını göz ardı etmemeliyiz. Fakat sanayinin sabır taşı ciddi işaret veriyor. Yoğun bakımdaki hasta, 'beni artık daha fazla ciddiye alın' demeye başladı. Biraz önce paylaştığım işaretler bunu çok net şekilde gösteriyor. İşte bu noktadan hareketle, başarı için başta kamu kesimi olmak üzere özel sektör, sivil toplum, ekonominin tüm alanlarında gerekli özveri gösterilmesinin elzem olduğunu düşünüyoruz. 

"Sanayi sektörü bu dönemde sorunun kaynağı kendisi olmadığı halde büyük bir bedel ödüyor"

Çok uzun değil bundan 3 yıl önce pandemi döneminde ülkemiz sanayisinin nasıl bir başarı hikayesi yazdığını, tüm zorlu koşullara rağmen üretimini aksatmadan nasıl bir fedakarlık gösterdiğini unutmamalıyız. Ancak sanayi sektörü bu dönemde sorunun kaynağı kendisi olmadığı halde büyük bir bedel ödüyor. Üstelik dünyadaki ekonomik durum da, biraz önce ifade ettiğim gibi bize maalesef dış pazarlara açılım ile toparlanma imkanı vermiyor. 

"EYT kamburu sektörlerimizin ve SGK sisteminin üzerinde ciddi anlamda yük olmaya devam ederken şimdi de ikinci bir emeklilik krizinin kapıda olmasından endişe ediyoruz" 

Bugün tüm sektör temsilcilerimizin ortak bir sorunu var: Üretimde, özellikle iş gücünden kaynaklanan verimlilik kaybı. Maalesef rekabet içinde olduğumuz yurt dışındaki sektör oyuncularının verileri ile kıyaslandığında sanayideki çalışanlarımızın kişi başına üretime verdikleri katkı günden güne azalıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Emeklilikte Yaşa Takılanlar – EYT uygulamasının nitelikli ve deneyimli iş gücünü sistemden bir anda çekmesidir. EYT kamburu sektörlerimizin ve SGK sisteminin üzerinde ciddi anlamda yük olmaya devam ederken şimdi de ikinci bir emeklilik krizinin kapıda olmasından endişe ediyoruz. 2025 yılında emekli olacakların daha düşük maaş alacağına dair belirsizlik ve söylentiler maalesef sektörün kıdemli çalışanlarını hiç hesapta yokken emekli olmaya sevk ediyor. Sanayi sektörü yıllardır nitelikli iş gücü sorunu yaşarken bir kez daha mevcut kalifiye ve deneyimli elemanını emekli etmek riski ile karşı karşıya kalıyor.

"2025 yılı ücretleri henüz belirlenmemişken, çalışanlarımız bakımından adil bir gelir dengesi yaratacak bu adımın atılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz"

 Bu vesileyle, çalışanlarımız ile ilgili yaşanan bir başka kritik konuya daha değinmek istiyorum. Çalışanlarımızın alacakları net ücretleri artırabilmemiz için gelir vergisi basamakları ve oranlarıyla, prime esas ücret tavanının yeniden düzenlenmesi gerekiyor.  Çalışanların şu anda giderek artan boyutta, hayatlarındaki en önemli engellerden bir tanesinin vergi dilimleri olduğunu görüyoruz. Yapılması gereken en önemli belki de her iki kesimi de rahatlatacak olan yöntemlerden biri, uzun yıllardan beri çözülemeyen ve çalışanın enflasyonun muhasebesi diye adlandırabileceğimiz vergi dilimlerindeki düzeltme katkısı olacaktır. Yeni yıla girerken ve 2025 yılı ücretleri henüz belirlenmemişken, çalışanlarımız bakımından adil bir gelir dengesi yaratacak bu adımın atılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz."